Eylem Çağrısı

Avrupa Kapitalizme Karşı Eylem Günü
31 Mart 2012 | march31.net

Avrupa Birliği (AB) durulmak bilmeyen bir karışıklığın içerisinde: Aylardan beri süren ve sonu görülmeyen kredi ve borç krizleri ardı ardına hükümet konferansları ve kurtarma programları gerektirirken, bu sayede Avrupa’da sözüm ona kapitalizm bir tadilattan geçiriliyor. Siyasetçilere ve medyaya inanılacak olursa, bu tadilat olmazsa ekonomik durgunluk ve çöküşle birlikte yeni bir yoksulluk da yaşanacakmış. Felâket edebiyatıyla birlikte, piyasa mantığını yücelten, toplumumuzu da hayatlarımızı da on yıllarca etkileyecek kökten değişiklikler uygulamaya konuyor. Başkaldırmanın zamanı geldi geçiyor! Krizin ilk yıllarında kapitalizmin frenlenmesi gerektiği öne sürülüyordu. Bankaların ve büyük şirketlerin, sorumlu oldukları sorunların yükünün bir kısmını taşımak zorunda olduğu ileri sürülüyordu. Ama görünen o ki, bunun tam tersini yaşıyoruz: AB’de üye ülkeleri de özel sektöre ve kâr ekonomisine «güvence»’yi arttırmak için daha fazla «rekabete» oynuyor ve acımasız kesintiler uyguluyor… Bunu yaparken de, kapitalizmin yıkıcı mantığını tasdiklemiş oluyor. Kapitalizm, kriz demektir, güçsüzlük demektir, özel zenginlik içinde sefalet demektir. Daha iyi bir toplum için örgütlenelim!

Krizin Sistematikliği
Kapitalist küreselleşme, geçtiğimiz on yıllarda şirketler ve ticaret merkezleri arasındaki rekabeti çoğalttı. Önde gelen bütün sanayi ülkeleri piyasalarını en geniş anlamda eski kurallardan arındırdı. Sosyal güvenceleri silip, kamuya ait her şeyi özelleştiren devletler kapitalist büyümeyi serbestleştirmek için, emekçi haklarını kısıtlayıp sosyal baskıyı arttırdı. Bütün dünyayı kapsayan bu sistemin en yaşanır yerlerinin birisi olan Avrupa’da bile, yaşam şartları yıldan yıla belirsizleşiyor, sosyal bölünme derinleşiyor. «Yükselişte olan piyasalarda» ise zaten sürekli sosyal kriz yaşanıyor: Her şeyi elinde tutanların lehinde gerçekleştirilen ulusal büyüme, ancak devlet denetimi altında yürütülen mülksüzleştirme ve vicdansız sömürü politikaları sayesinde elde edilebiliyor. Neoliberal dönüştürülme mali piyasaların da çığırını çıkardı; DotCom furyası, emlak fonları ve türev ticareti; hangisine bakarsanız bakın, her patlamayı bir çöküş takip ediyor. Bunun suçlusu ise, birçok insanın düşündü gibi, küçük bir elit grubun «açgözlülüğü» veya «rüşvet» değil; suçlu olan, istesek de istemesek de hepimizin bir parçası olduğu gayet sıradan bir kâr mantığı.

AB Rejimini Kırmak
2011 yılında Avrupa’daki borç ve para krizi had safhaya ulaştı. Bazı ülkeler Euro’yu tehdit edecek şekilde iflas etmenin eşiğine geldi. Yüzeye bakılırsa bu ülkeler, ayağını yorganına göre uzatamayan ülkeler. Ama aslında onlar da borçlanarak kapitalist büyümeyi teşvik etmek isteyen ülkeler. Herkesin yaptığını onlar da yaptı ama başkaları kadar başarılı olamadılar; ve görünen o ki Avrupa Merkez Bankası’ndan (Europäische Zentralbank, EZB) ve milyarları kapsayan kurtarma paketlerinden faydalanabilmek için acımasız şartlara uymak zorunda kalacaklar. Avrupa çapında «frenlenen» borçlanma «piyasaları sakinleştirecekmiş» – tabii ki, bunun yükünü emekçiler, işsizler ve meslek eğitiminde bulunanlar taşıyacak. Bunun karşısında özel kârlara dokunulmuyor. Kriz eğilimli AB rekabet rejimi onları koruyor – ve aynı zamanda tabii ki Avrupa’nın merkezini oluşturan baskın ekonomileri: Almanya ve Fransa hükümetleri, bazı siyasi fikir ayrımlarına rağmen kendi çıkarlarını başarılı bir şekilde dayatabildi. Kuşkusuz, birçok ülkede şiddetli protesto eylemleri yapıldı. Heryerde tabandan gelen ve kendi güçsüzlüğünü aşmak isteyen inisiyatifler oluştu. Ama kitlesel grevler dahi başarısız oldu. Büyük sendikalar, istenen bir iki tesellinin dışında sonuç itibariyle ulusallığa bağlı kalıp ulus devletlerin sınırlarını aşacak bir dayanışma sergilemediler. Eğer birşey değişecekse bunu bizim yapmamız gerek!

Daha İyisini Yapabiliriz!
Avrupa’nın kriz politikası, kapitalizmin her zaman olduğu kadar spekülatif. Daha sıkı bir tasarruf politikası, ekonomik istikrarı borçlanma üzerinden sağlanan büyüme kadar tehdit eder. Kapitalizmde güvenilir yol yoktur; krizlerle baş etmek oyunun bir parçasıdır. Hayatımızı bununla mı geçireceğiz? Piyasa diktasına karşı beraberce mücadele etmek daha iyi değil mi? Artık, Avrupa çapında organize olmanın zamanı gelmedi mi? 31 Mart’taki Avrupa Eylem Günü bunun için bir ilk adım. Yunanistan, İspanya, Almanya ve daha birçok Avrupa ülkesinde yapacağımız eylemler, antikapitalist dayanışmanın sadece bir simgesi değil. Daha şimdiden Avrupa çapında bir tartışmanın ve örgütlenmenin bir parçasıyız. Bütün özgürlükçü inisiyatifleri bu sürece katılmaya davet ediyoruz. Devletçi kurumların dışında bir araya gelip uzun soluklu olmamız gerekiyor. Kriz, ülkelerimizde birçok kez farklı gösteriyor kendisini. Ama hepimizin hedefi aynı: Kapitalizmi kurtarmaktansa aşmak istiyoruz biz. Ulusal çıkar politikalarına ve milliyetçi kriz ideolojilerine karşı çıkıyoruz. Mevcut sosyal hakları korumalıyız ama ufkumuz daha geniş olmalı. Kapitalizmin ölümcül zorlalarını kırmamız gerekiyor. Birçok protesto eyleminde istenen «gerçek demokrasi» sadece kapitalizmin ötesinde vardır!